Σάββατο 9 Αυγούστου 2008

Hem Uzak Hem Yakın... Ver elini Yunanistan....

Kulağımda Yunanca müzikle birlikte yeniden aklımda canlanan Yunanistan yolculuğumu sizinle paylaşmak istedim… 11 Ocak Perşembe 2007 akşamı saat 20.00’de yola çıkan tren beni ilk defa uzaklara taşıyacaktı. Yurtdışına ilk defa çıkacaktım( Kıbrıs’ı Saymazsak) ve küçüklüğümden beri ilk tercihim Yunanistan’dı. Zaman içerisinde Yunanca öğrendim ve internet aracılığı ile oradan çok insanla tanıştım.Bir kısmı buraya gelmişlerdi ancak ben henüz gidememiştim. Bir gün bana da nasip oldu ve bir akşam Yunanistan yolculuğum başladı. Hayatımda trenle ilk defa uzun yolculuk yapıyordum. Sirkeci’den kalkan tren ilk önce Topkapı Sarayı’nı selamlıyor.Sonra sırasıyla Aya Sofya, Sultanahmet ve Küçük Aya Sofya’yı selamlayıp Yunanistan yolunda ilerliyor. Yüreğim yerinden uçacakmış gibi kanat çırpıyor. Türkiye sınırına vardık. Pasaportlarımızı verdik ve beklemeye koyulduk. Yunanistan birkaç dakika ötemizde ! Pasaportlarımızı aldık ve tren yeniden yolculuğa koyuldu.Meriç Nehri’nin üzerinde bir köprüden geçti tren. Köprünün direklerinin yarısı Şanlı Bayrağımızın simgelerini taşıyor diğer tarafıda Komşunun Bayrağının sembollerini içeriyor… Ne güzel bir birliktelik… köprüyü geçtikten sonra 5 dakika içerisinde Yunan sınırındasınız. Farklı bir yerde olduğunuzu anlıyorsunuz. Birden yüreğinizde anlam veremediğiniz bir cızlama oluyor.Aslında tamamen psikolojik bir durum. Yoksa memurlar kaba değil tersine çok kibarlar ve Türkçe bile konuşanları var. Artık Selanik’e doğru yol alıyorsunuz… Bizim trenimiz biraz gecikmeli olarak Selanik’e vardı.Ve bir bakıyorum hiç yabancılık çekmiyorum. Yazıları okurken kendi dilim gibi okuyorum.Zira Yunanca konuşmayı da biliyorum. İnsanlar deseniz bizim gibi.Esmeri, beyaz tenlisi . Bizim gibi sıcak kanlı… Bir tanıdığım karşıladı beni. Oradan ilk olarak Atatürk’ün evine götürüyor beni. Oradan da Selanik’in en büyük kiliselerinden olan Aya Dimitri’ye ( Agios Dimitrios) gidiyoruz. Buradan bazı tanıdıklarımın ricaları üzerine mumlarını yakıyorum orada.Ve kendim içinde…Çıkıp Selanik’in Yedikulesine gittik. Değişik bir ortam. İstanbul veya İzmir kokuyor.Ve tepedeki bir manastır Olan Vlatadon manastırına gidiyoruz. Okul gezileri düzenleniyor. Ufacık çocuklar geçmişlerini yakından görüyorlar. Ve Selanik sahiline iniyoruz kahve içmeye.Orada da Lefkos Pyrgos’u görüyorum ve çok duygulanıyorum ama hala Yunanistan’da olduğuma inanmıyorum.Kahvelerimizi yudumluyoruz. Oradan birkaç arkadaşa uğrayıp sürpriz yaptık ve hepsi orada olduğuma çok sevindiler.Tabi ki bende! Beni karşılayan arkadaşımın evine gittik.Eşi ve çocukları çok sıcak karşıladılar beni. Eşi elleri ile yemekler yapmıştı ama ilgincime giden tek şey öğlen yemeğinde şarap içmemiz oldu. Bir süre evde oturduk ve onlara getirdiğim hediyeleri verdim.Çocukları ile Yunanca konuşmak çok hoşuma gitmişti. Sonra evin 2 büyük çocuğu İngilizce kursuna gittiler bizde ufaklığı alıp bir alış veriş merkezine gittik. Ve ben hala İstanbul’da sanıyorum kendimi. Orada kahve içtik. Fincanları bize göre daha büyük. Ve alışveriş merkezinin ortasında büyükçe bir kilise var.(Bu arada biraz ara verip bir Yunan Kahvesi yaptım kendime) . Eve dönüyoruz ve Serres’den(Serez –Selanik’e 1.5 saat uzaklıkta bir şehir.) bir arkadaşım geliyor. Hep beraber bir tavernaya gidiyoruz. 10 kişi toplandık orada ve akşam saat 22.00! Reçina içiyoruz(Çam sakızı aromalı beyaz şarap) ama ben felaket yorgunum. O gece günlük yazdım ve uyudum.Diğer gün motosikleti olan bir arkadaşım beni aldı ve Serres’e gittik. Orada ki arkadaşımın evine gittik.Öğlen yemeği+ev yapımı kırmızı şarap ve benim uykum var. O akşam oradaki arkadaşımın abisinin tavernasına gidiyoruz ve arkadaşlarım orada bir bir müzik sistemi oluşturuyorlar.Biri Buzuki biri Org çalıyor. Ve 25 kadar tanıdığım benim için orada toplanıyorlar. Hepsini tanıyordum ama bir kısmını ilk defa görecektim. Reçinalar su gibi akıyor. 10 şarkı Yunanca ise 15 şarkı Türkçe. Oyunlar oynuyoruz… Şarkılar söylüyoruz… Ve o gece büyük bir gurur yaşıyorum. O Gece arkadaşımda kalıyorum.Diğer gün köyünde gezdiriyor beni.Bir bayanın evine götürüyor beni. Kyria Vula’nın( Bayan Vula) evine…Türkiye’den geldim diyorum “Benimkiler Kayseri taraftan” diye ekliyor. Yarı Türkçe yarı Yunanca konuşuyoruz. Çikolata ve kızılcık likörü ikram etti.Oradan da Selanik’te evinde kaldığım arkadaşımın kayınvalidesine gittik. Kadayıf ve bazı tatlılar ikram etti. Oradanda Serres’de evinde kaldığım arkadaşımın kuzenine kahve içmeye davetliydik.Ve birkaç arkadaşımda orada bulunlar.Kahve eşliğinde elmalı, uzolu(Yunan rakısı) bir tatlı yedik . Ressam olan arkadaşımın kuzeni bir tablo hediye etti bana. Oradanda bir başka köye bir başka tanıdığa davetliyim arkadaşlarımla birlikte. Bir kahvenin 40 yıl hatırı olduğunu ilk defa orada gördüğümü belirtmem de fayda var diye düşünüyorum. Diğer köydeki tanıdıklarımın evine davetliydik.Bir sofra hazırlanmıştı ki tarifi yapılamaz. Kuşu sütü eksikti ama Tavşan eti tamamdı . Koca bir masa. Yaklaşık 13 kişi varız. Öğlen yemeği ve biz yine şarap içiyoruz. Oradaki arkadaşım bir şey anlattı herkese “ 2 sene Almanya’da kaldım, 4 sene Bulgaristan’da yaşadım.Bütün arkadaşlarımı evime getirdim misafir ettim ama herhangi biri bir kahve için bile beni evlerine davet etmediler. Ama bu çocuk (beni gösteriyor) , dün bizi tanıdı ve bugün evine davet etti kahve içmemiz için!” Ve benim yanaklarım kızarmış şekilde onları dinliyorum. O arkadaşım benim için evinde bir bölüm ayarlamış ama maalesef kalamadım.Çünkü Selanik’e dönmek gerekiyordu. O akşam Yine Serres’de ki arkadaşımın evinde toplandık bir Türk Kahvesi içmek için ( İstanbul’dan bol bol kahve götürmüştüm.) . Ve orada kahvelerimizi yudumlarken resimler çekildik. Ve gerçekten ne kadar şanslı olduğumu orada anlamış oldum. Arkadaşlarım her gün 2-3 defa ailemi aratıp durumumu belirtmemi istiyorlardı. Sonra o gece Selanik’e döndük.O akşam hemen hemen 2 şişe şarap içip uzun uzun dertleştik. Kardeşlerden daha yakın gibiydik… Diğer gün eski firmamdan patronum olan Dimitri Beyi görmeye gittim birkaç arkadaşımla birlikte.Bizi aldı bir tavernaya götürdü.Selanik sahilinde. Güzel bir zaman da orada geçirdim.Akşam üzeri bazı arkadaşlarımla Selanik Sahilinde yeniden buluştuk ve ben yine garsona “ Ena Elliniko sas parakalw! ( Bir Yunan Kahvesi Lütfen)” dedim. O akşam yani Selanik’te ki son gecem de evinde kaldığım arkadaşımın kız kardeşi evine davet etti.Orada yeğenleride davetli idi. Ve Hayatımda ilk defa canlı olarak kemençeyi orada dinledim. Diğer gün, yani son günüm tek başıma gezebildiğim tek gündü. Bir başka arkadaşımla buluştum. Ladadika ( yağcılar) denen bir bölgede yemek yedik. Gezdik.Atatürk’ün evine son defa gittik. Bazı kiliseleri gezdik ve bir çok Osmanlı yapısınıda keşfetmiş olduk…Bir çok Bizans Kilisesine tarihsel yolculuklar yaptık.Aristotelus Meydanında yeniden buluşmayı diledik… Artık Selanik’teyim dediğim bir anda dönme vakti geldi. Ve Tren garında arkadaşlarımla vedalaşıp ülkeme yeniden yol aldım. Diğer günde İstanbul’da bu bocalamayı yaşadım… Ama ne olursa olsun hayatımın en güzel tatili idi. Ben S.... o zaman 21 yaşımda idim ve bu insanların en küçüğü 32 yaşında idi. Ama Tatilin içeriğini umarım güzel anlatmışımdır… Sevgilerimle …