Σάββατο 12 Μαΐου 2012

Kalbimin Aynasindan Yansiyanlar I...

Beni bekleyen anılarımdan birine büyük bir sevinçle ilerlerken o evin kapısıdan ilk olarak şunları duymak neşe verici idi. ( İşte Sedat geldi! Bize gazete de getirmiş. ) Bu sözleri duymak beni mutlu ederdi. Πού είσαι βρε παιδί μου ;! Ο Πάτερ αρρώστησε αφού δεν σε είδε... Νόμισε ότι έπαθες κάτι..." (Neredesin be çocuğum?! Pater seni görmedi diye hasta oldu! Sandı ki başına bir şey geldi...) Ben de kendisine neden gidemediğimi anlattım ama akşama mutlaka orada olacağımı söyledim... Akşam biraz erken çıkıp, gazete alıp onlara gittim... Ancak Pater Filotheos her zamanki yerinde değil yine sadece gökyüzüne baktığı o yerde uzanıyordu. Yüzündeki gülümseme yerini hüzün dolu bakışlara bırakmıştı... Beni görünce yüzüne bir gülümseme geldi...Bembeyaz donuk renkli yanaklarına da renk geldi... Seviniverdi birden bire... O gün ve bir kaç gün iyi gidiyorken herşey bir gün evlerine gittiğimde değişti... Kapılarının hepten kapalı olduğunu gördüğümden "Eyvah!" dedim, yoksa Pater Filotheos ölmüş müydü ? Ama sonra öğrendiğim, şekere bağlı bir kriz geçirmiş ve hastaneye kaldırılmış... Diğer gün işten sonra hastaneye gittiğimde Pater Filotheos'un gözleri kan çanağı gibi olmuş ve yüzündeki renk gitmişti... Sanki Elimden tut ve beni kurtar der gibi bakıyordu... Karısı da bitkindi koşuşturmadan ... Pater Filotheos gazete dinleyecek durumda olmamasına rağmen ,gazeteyi okumamı istedi ...Zaten ondan sonra hergün gidemedim oraya. Çünkü O'nu o durumda görmek beni üzüyordu...


`Να ο Σεντάτης ήρθε! μας έφερε και εφημερήδα `



Pater Filotheos'un evine belirli aralıklarla gider, gazete götürür ve okurdum.Hoşuma da giderdi ona o gazeteleri okumak... Çünkü onunda hoşuna gider ve mutlu olurdu...



Pater Filotheos'u ilk tanıdığımda 14-15 yaşlarımda idim. O zaman Edirnekapı'nın Kilisesi çalışır ve çanı çalardı. Pater Filotheos konuşmayı, fazla sesi, anılarını anlatmayı pek sevmez, genelde dinlerdi... Karısı Efimia da tersine anılarını anlatır, konuşur, herkesle konuşacak 2 kelime bulurdu. Rumca'yı öğrendiğim ve kendimi ifade etmeye başladığım ilk yaz, Pater Filotheos ile geçireceğimiz son yazımız olacağını tahmin edemedim. Ama Pater Filotheos benimle konuştu...


Hem de hiç bir ayrıntıyı atlamadan... Belki o da anladı o yaz insanlarla geçireceği son yaz olduğunu ve hiç bir şey saklı kalsın istemedi...


Atina'dan geldiklerini öğrendiğimde de koşa koşa oraya gittiğim de Pater Filotheos'un ayak parmağının şeker hastalığından kesilmiş olduğunu gördüm... O'da yatağında dünyadan umudunu kesmiş olduğundan hiç bir şeyle ilgilenmiyor ve sadece gökyüzüne bakıyordu.Birgün öğrendiğim kadarıyla evlerine artık Apoyevmatini Gazetesi gelmiyormuş. Ben de her işten çıktığımda ilk önce Taksim'e gider gazete alır , sonra da evlerine gider gazeteyi okurdum. Tabi onlar her zaman gazeteyi gidip Taksim'den aldığımı öğrenmediler, öğrenemediler.. Çünkü konsolosluğa giden bir tanıdığımın getirdiğini söylüyordum...


Böylece zamanla Pater Filotheos ile aramızda çok güzel bir ilişki doğdu. Gazetede her okuduğum haberin ardından aklına gelen eski anılarını o bitkin haline rağmen anlatır, beni onu dinleyen bir sırdaşı gibi görürdü. Artık hergün beni kapının yanında ki camın kenarında oturarak bekler olmuştu...


Bir haftasonu Çınarcık'a gideceğimi ve o zaman belki Pazartesi de gelemeyeceğimi söylemiştim.Ama Salı günüde gidemediğim için Pater Filotheos beni bütün gün boyunca cam kenarında oturarak beklemiş. Ancak ben gidemeyince yine üzülmüş ve her zaman ki yerine uzanmış ama karısı dahil kimse ile konuşmamış... Ve diğer gün yatağından kalkamamış zavallı adam... Çarşamba günü eşi beni aradığında üzgün bir ses tonu ile bana yakındı ...

Hey gidi Pater Filothee... Sen ki Pazar günleri en az 2 saat ayinde ayakta dururken , şimdi ne oldu ki göz kapaklarını bile açabilecek takatin yok ?


Birgün gazetede Atina'da yaşayan Kumkapılı Rumların Türkiye'ye yaptıkları yolculuktan bahsediyordu... Ve Kapadokya'da cami olmuş bir kilisede Th Ypermaxw (Ti İpermaxw --> İstanbul'un Avar işgalinden kurtarılışı için Meryem Ana'ya teşekkürler sunan ve savaşın ardından Ayasofya'da sabaha kadar ayakta söylenen bir ilahi ) ilahisini söylediklerini yazıyordu. Ve Pater Filotheos da bu ilahiyi söyledi. Yorgun ama yıllara karşı dirençli bir sesle... Ben de sesini kaydettim...


Bu ilahiyi Türkiye'de, Yunanistan'da ve Amerika'da yüzlerce kişi Pater Filotheos'un ağzından dinlediler...


Bir gün yine onlara gazete alıp hastaneye gittiğimde oda boştu! Şoka uğradım o anda ...Hemen hemşirelere koşup sordugumda hafifçe gülümsedikten sonra ihtiyarhaneye taşındıklarını söylediler. Ohh dedim... Ve yanlarına gittiğimde , Pater Filotheos sanki o kadar çileyi çekmemiş gibi bir takım elbiseyle tekerlekli sandalyede oturuyordu... Ve eşiyle Politiki Kouzina ( İstanbul Mutfağı ) filmini izliyordu. Ve ondan sonra 1-2 defa daha gittim ve o seferler Pater Filotheos'u son defa görüşüm olmuştu. Sonra Atina'ya döndüler... 6-7 ay sonra da vefat etmiş olduğunu öğrendim, çok üzüldüm... Evini arayıp baş sağlığı dilemek istediğim her iki defa da eşi benim sesi mi duyduktan sonra gözyaşına boğuluyordu... Daha sonra da aramadım bir daha , daha fazla üzmemek için... Sonra öğrendiğim kadarıyla ben aradıktan sonra Pater Filotheos'un fotoğrafına konuşup benim onları aradığımı anlatıyormuş...



Ben o yaz Atina'ya gittiğimde yanımda biraz toprak, ve 2 tane de Apogeumatini gazetesi götürdüm ama orada kaldığım süre boyunca Kyria Efimia'yi aradiysam da ulaşamadım... Ama Pater Filotheos'un beni duyduğuna ve hissettiğine emindim... Zira Atina'ya inme amacımda Pater Filotheos idi... Ve bir bahçede ayakta iken toprağı o bahçeye serpip ona selamlarımı yolladım ... Bir parça memleket toprağı getirdim diye haykırdım...



Sonraları eşi tekrar İstanbul'a geldiği zaman bana şunu söyledi: Her telefon açışımda Pater Filotheos'un resimlerine bakıp benim aradığımı söylermiş...Ben de eşine ve kızına kendim kaydettiğim ilahiyi dinletip onu hissetmelerini istedim ... Ve bunu da başardım ... Hasretleri, gözlerinden gözyaşı olarak dökülüverdi... Üzüldüm ama bu anı yaşamaları gerekti... Bu ilahiyi bir sürü insan duymuşken, onların da duymaları gerektiğini düşündüm ... İyi de yapmışım... Zira onlardan da teşekkür sözleri duydum... İşte böyledir hayat... Onu yaşıyoruz ve sonrasında göçtüğümüzde geldi geçti bir yalana dönüyoruz... Pater Filotheos'da böyle işte ... Geldi ... Hayatımıza bir renk verdi ... Ve bizi bırakıp başka diyarlara renk vermeye gitti... Atina'nın bilmem kaç numaralı mezarlığında kızının buradan götürdüğü , ceviz ağacının yapraklarının altında kemikleri üşümeden yatıyor...

Geçenlerde de Eşi Efimia bizi bırakıp kocasını bulmaya gitmiş... Yanında biraz memleket toprağı ve 3-5 parça güllük dumanıyla... Sizce onlar İstanbul'a kaçamak yapıyorlar mıdır kiliselerin çanını çalmak için?